02 Temmuz 2021

Kararlı Karanlık

 Sabri uzun bir uykunun ardından gözlerini tekrar açtı...


Yüzüne dokundu önce. Uzayan sakalını ve darmadağın saçlarını hissetti. Tıpkı Syd Barrett'in yaptığı gibi eline jileti alıp saçlarını, sakallarını, kaşlarını, hatta kirpiklerini kesip kurtulmak istedi. Sonra akıl hastanesine kapatılmaktan korkup berbere gitmeye karar verdi. Ama gitmedi. 


Önce uzun zamandır bulunduğu ve artık pislikten, tozdan bir oda olduğu anlaşılmaz hâlde olan odadan çıktı. Evin dış kapısına doğru yürürken nereye baksa karanlık görüyordu. Karanlığa dokunan ışığın nasıl da yok olduğunu görüyordu. Oysa ışık karanlıktan güçlüydü çoğu zaman. Ancak ışığı görecek gücü kalmayan Sabri, sadece karanlığı anlayabiliyordu belki de. Bunu düşünüp dış kapının önünde beklerken bir kaç saat geçmiş olabileceğini düşündü. Anahtarı aramalıydı. Karanlıkta bir anahtar bulmak! Bu neredeyse imkansızdı. Ama gelişmiş bir maymun türü olmanın en büyük avantajının icatlar olduğunu düşündü Sabri. El feneri olmalıydı bu evin içinde bir yerlerde. Sabri anahtardan önce el fenerini aramaya karar verdi. Nerede olduğunu hatırlar gibiydi ama ışığa değil karanlığa bakmaya yetecek gücü olan biri nasıl bir ışık kaynağının yerini hatırlayabilirdi ki? Bu, orta ölçekli bir gemi ağırlığında bir soruydu. Ancak Sabri bu evden çıkması gerektiğine inanmıştı. El fenerinin yerini bir şekilde bulacağını biliyordu. Yarım kelebek ömrü kadar bir süre geçtiğinde el fenerini bulmuştu. Anahtarı bulmaya yaklaşmanın verdiği yaşam enerjisiyle el fenerinin düğmesini tüm gücüyle itti. El feneri önce güçlü bir ışık yaydı ancak bu süre ışığın kaynaktan hedefe ulaşması kadar kısaydı. Bir anda fenerin ışığı sadece fenerin nerede olduğunun anlaşılmasına yetecek kadar azaldı. Sabri, hayatında ilk defa gerçekten inandı. Bu kadar ışıkla anahtarı bulabileceğini düşünüyordu. Hiç gerçekçi değildi ama o inanmıştı. Elindeki fenerin vasıfsız ışığını evin içinde sağa sola tutarak bir anahtar parıltısı görmeyi bekledi. Bir kelebek öldü. Sabri bir ışıltı gördü. Gördüğü ışıltıya doğru hızla bir hamle yaptı. Yere düşmüş çay kaşığıyla bakıştılar. Sabri ve fener aynı anda umutsuzluğa kapılmaya başlamışlardı. Sabrinin gücü, fenerin de pili bitiyordu. Sabrinin, bir çay kaşığı kadar kalan umudu da yok olmak üzereydi ki adım atarken ayağına değen küçük bir metalin sesi onu heyecanlandırdı. Bitmekte olan piliyle fener ve bitmekte olan gücüyle Sabri, aynı noktaya eğildiler. Anahtar ışıldıyordu.


Sabri kapıya koştu evdeki eşyalara çarparak. Feneri elinden attı. Anahtarı çevirirken "Bir yolculuğa çıkmalıyım" diye düşündü. 


Kapıyı açtığında apartmanın içindeki karanlık karşıladı onu. Ama Sabri mutlu oldu çünkü ikinci katta oturuyordu. Bu karanlıkta altıncı kattan merdiven inmek gibi işkenceler de vardı bu hayatta ve Sabri en azından hayata karşı bir teselli ikramiyesi kazanmıştı... Düşünceli ve dikkatli bir şekilde indi merdivenlerden. Sürekli içinden "Bir yolculuğa çıkmalıyım" diye geçiriyordu. Dünya üzerinde bulunan en uzun iki katı indiğine göre artık içi biraz daha rahattı. Sabri apartmanın kapısını açıp dışarı adımını attı. Göz alabildiğine karanlıktı sokak. Sadece siyah vardı her yerde. Dikkatli bir şekilde yürümeye başladı kaldırımda. Bulunduğu semtin sokakları her zaman denize çıkıyordu ve Sabri uzun zamandır ilk defa denize yürüyordu. Karanlıktı ama denize yürüyor olmak onu heyecanlandırıyordu. Yürümeye devam etti. Denizin kenarına geldiğinde dalganın sesiyle beraber derin bir nefes aldı. Tam o sırada gökyüzünde bulutlar Ay'ın önünü açtı. Semt, ayın tasarruflu ampul beyazlığındaki ışığıyla aydınlandı. Bu sırada sabrinin gözüne hemen yakında elindeki şarabını sessizce içen adam ilişti. Yanına gidip "Biraz içebilir miyim?" diye sordu. Adam şarabı uzattı. O sırada dudaklarının arasına saplanmış bir çivi gibi duran sigarayı yaktı. Sabri şaraptan ve sigaradan biraz içti ve "Benim bir yolculuğa çıkmam gerek" dedi. Adam da "Senin aydınlanman gerek, kuzeye git" dedi. Sabri, ayağını sahildeki kumlardan kaldırımdaki taşlara basmıştı ki her yer aydınlandı. Sokak lambaları yandı. Sabri'nin yolculuğa çıkabilmesi için eve uğrayıp bir sırt çantası hazırlaması gerekiyordu. Çünkü yanında taşıması gereken bir tirbüşon, bir sabun, iki tişört ve iki külodu vardı. Eve gitti, ışıkları açtı ve çantasını hazırladı. Kapıdan çıkmadan önce eve dönüp son kez baktı "Çocukken keyifliydin de artık senden nefret etsem bile içim rahatlamaz" dedi. Sonra bir evin içinde yaşayanları ne kadar önemsiyor olabileceğini düşünerek merdivenleri indi, apartmandan çıktı. Saati bilmesi gerekiyordu, yürümeye başladı. Kuzeye giden ilk otobüse atlayacaktı. Semtinin sokaklarını arşınladı. Otogarda hemen bir bilet kestirip kuzeye giden otobüsün iç organlarından biri olmak üzere koltuktaki yerini aldı. Bir süre yolculuk devam etti. Hâlâ her yer karanlıktı ama Sabri kuzeydeydi. Yürüdü, uzun uzun düşünerek, bağıra bağıra şarkı söyleyerek yürüdü. Belki bir yerde uyuyabilirdi biraz. Bulduğu ilk binaya girip bodrumuna indi ve kendine bir köşe buldu. Sabri orada biraz uyudu. Uyanıp binadan çıktığında yine karanlıktı. Sabri nereye gittiğini veya nereye gitmesi gerektiğini bilmiyordu. Yalnızca yürüyordu. Kendine şans dileyerek yürüyordu. Bu kez sokak köpeklerinin kaldığı bir kulübeye girip biraz uyudu ve uyandığında yine karanlıktı. Gecenin karanlığı, Sabri'nin gördüğü hem elektriksiz, hem karanlık hem de aysız bir gecenin yanında çok sevimli kalıyordu. Sabri yürümeye devam etti. Bir sokaktan geçerken çöpün yanında oturan birini gördü. Bir evsizdi bu. Muhtemelen kendine ayrılan bir vergilendirilmiş hava sahasından kalma, bir poşete doldurduğu havayı soluyordu. Bazen kafasını kaldırıp Sabri'yle konuşuyordu ve o sırada poşetin ağzını sıkıca kapatıyordu, böylece havası kaçmıyordu. Sabri "Yapamıyorum" dedi. Kendi havasını saklayan adam da "Yapamazsın tabii yanlış yerdesin" diye karşılık verdi. Sabri kuzeyi sevmediğine ve gitmesi gerektiğine karar verdi. Çöpten temiz ve boş bir poşet buldu. Belki bir gün kendi havasını doldurup kullanması gerekir diye düşündü. Poşeti sırt çantasına attı ve yürüdü. Karanlıktı. Sabri yine karanlıkta yürüyordu.


İki film çekilebilecek süreyi yürüyerek geçirdi. Hâlâ karanlıktı. Hiç araba geçmeyen bir anayolun kenarında yavaş yavaş yürürken sırtına vuran ışığı hissetti. Bir arabanın, sırf arabadan daha hızlı gidebildiği için arabadan önce giden ışıkları yolu aydınlattı. Sabri hemen yola atladı. Arabayı durdurdu. İçi karanlıktı. Şoförün olduğu yöne doğru "Bu yol nereye gidiyor" diye sordu. Şoför "Doğuya" dedi. Sabri doğunun anlamını
n güneşin doğduğu yönden geldiğini düşündü ve bu yüzden bu yolun onu aydınlığa kavuşturabileceğine tüm gücüyle inandı. Şoföre "Bu yol aydınlık bir yerlere gider mi" diye sordu. Şoför "Ne demek istediğini anlamadım ama istersen benimle gelebilirsin" dedi. Sabri aydınlığa gidiyordu.


Yol boyu sohbet ettiler. Biraz politika, biraz allah, biraz aşktan konuştular. Bir ara ufukta biraz ışık göründü. Tam o sırada Sabri uykuya daldı. Uyandığında yola devam ediyorlardı ve yine karanlıktı. Şoför Sabri'ye bir sigara uzattı. Sigara Sabri'yi kısa bir süre de olsa aydınlattı. Sigara söndü. Yol bitti. Şoför "Geldik" dedi. Sabri sorgulamadan arabadan indi. Kendine kalacak küçük bir terkedilmiş konteyner buldu. Konteynerde bir kedi vardı ve kedinin gözleri Sabri'yi biraz aydınlattı. Sabri bir süre uyudu. Uyandığında konteynerden çıkıp ufuğa baktı. Güneş doğacaktı. Tan yeri ağarıyordu. Etrafını görmeye başlamıştı. Hemen karşıda ancak bir evin bahçesi olabilecek boyutta bir park vardı. Parkın ortasındaki küçük su birikintisinde ördekler vardı ve çirkin ördek sesleri Sabri'ye büyük bir keyif vermişti. Sabri gözlerinin tozunu almak için ovuşturdu. Parka yürüdü. Güneş doğdu. Sabri aydınlandı.