27 Ağustos 2021

İki Nokta Arasındaki En Kısa Çizgi Yanlıştır

Ben yolumu güneşli bir günde kaybettim. Bir ağustos ayıydı, üstelik güneş gözlüğü de kullanmazdım o zamanlar. Ancak insan tecrübelerinden ders alıyor. Sonraları kendime bir güneş gözlüğü edindim. Sol taraf 1.75, sağ taraf 2.75. Gofret fiyatı gibi bozuk gözlerim. Daha da bozulacaklar. Henüz yeni başladık.

Neyse ağustos ayıydı. Hayatımın en keyifli yolculuğuna çıktığımı hatırlıyorum. Benim bir arabam olmadığı için babamdan ödünç aldım. Arabanın içini bir sürü hatırayla, umutla ve heyecanla doldurdum bir tane de valiz koydum. Çok güzel göründü gözüme babamın pek de sevmediğim arabası. Yolculuk B noktasından A noktasına gerçekleşecekti. A noktasında bir hafta konaklayacaktım. Oradan bir iki günlüğüne C noktasına geçecektim. Biraz da orada takılacaktım. Sonra belki A, belki de B noktasına dönecektim. Zaten bütün gidişler dönmek için değil midir?

Arabanın direksiyonuna oturdum. Araba da telefonum da biraz eskiydi. Yol boyu müzik dinleyebilmek için önce telefonumu bir kablo vasıtasıyla bir güç bankasına, sonra yine aynı telefonu farklı bir kablo vasıtasıyla arabanın teybine bağlamam gerekiyordu. Bu operasyonu da başarıyla tamamladım. Sevdiğim parçalardan oluşan bir çalma listesi kestirdim gözüme. Keyifli ve acımasız bir tavırla bastım başlatma tuşuna. Ses seviyesini de rahatsız etmeyecek ama keyif de verecek optimum seviyeye getirdim. Büyük bir özgüvenle emniyet kemerini sanki istavroz çıkarıyormuş gibi bir görüntü sağlayarak olması gereken yerine bağladım. Oysa hep merak ederdim yüksek hızla yaşanan çarpmada kemeri olmayan birinin camdan nasıl fırladığını. Bir yerde bir fil gibi kütleye sahip olacağımız yazıyordu camdan çıkarken. Fiziği çok severim. Ancak ben filleri genelde kafamın içinde tuttuğumdan buna cesaret edemeyip uslu uslu kemerimi takmayı tercih ettim. Arabanın kontak anahtarını çevirdim. O da pek hevesli çalıştı. Sanki yıllardır bu anı bekliyor gibiydi. Ama nasıl beklemesin ki? Yıllardır ne zaman koltuğuna otursam “Seninle şöyle güzel bir yola çıksak” diyordum kendisine. Ancak içimdeki canavar çalışmaktan başka bir şeye odaklanamadığından hiçbir yere gidemedik. Artık işten güçten kurtulup tekerlekleri beraber çevirmenin vakti gelmişti. Ben, güzel yüklerim ve babamın arabası yola çıktık. Güneşli bir gündü. Güneş gözlüğüm yoktu. Gözlerim bozuk olduğu için numarasız güneş gözlüğü kullanamıyordum. Numaralı güneş gözlüğü de sadece zenginler için yapılmış bir icat gibi geliyordu. Oysa bir numarası yoktu, ben yaşamayı beceremiyordum. Güneş gözlüğüyle yaşamanın ne alakası var diye sorardım kendime ama sonraları gidip kendime numaralı güneş gözlüğü alınca hayatım değişti.

Yolculuğun ilk kısımları adaptasyon süreciydi zannediyorum. İnsan, yol ve aracın birbirine karışması gerekiyor. Birbirini anlayan materyaller olmaları gerekiyor. Bunu sağladıktan sonra yolun ilk bir iki saatinde keyifli parçalar dinleyip şarkı söyledim bol bol. Yani imkân verseler “Mutluyum” bile derdim. Ancak yolculuğun ikinci saatinden sonra nereye gittiğimin, nasıl gittiğimin bir anlamı kalmamaya başladı. Sanki bu hedefe varmak üzere yapılan yolculuk, yapılması gereken ancak insanların yıllardır yapmadığı bir yolculukmuş da arabadan indiğimde bütün bir şehir beni tebrik etmeye gelecekmiş gibi bir his oluşturdu. Uzun bir yolculuk oldu.

A noktasına varmak için deniz geçtim, dağ geçtim, uzun zamanlar geçtim. A noktasına ulaşmayı başardım. Bugüne kadar kurduğum, kurmayı düşündüğüm tüm hayaller aynı anda yıkıldı. Önümde küçük bir şehir vardı ancak içinde hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Sokaklarını yürüdüm, çarşısına pazarına baktım. Bir canlılık belirtisine rastlayamadım. Bir park buldum. İki kişinin oturması için tasarlanan ancak iki kişinin bir masayı ortak kullanmasını dayatan bir bank buldum. Oturup biraz soluklanayım dedim. Karşımda oturacak birini bulamadığım için bank devrildi. Biraz canım yandı. Birkaç göz yaşı düşürdüm toprağa, belki biraz hayat katar dedim, hediye ettim. Bir kez daha bank devrilmesin diye karşıma güzeller güzeli bir taş koydum. Dengeyi bu şekilde sağlayabildim. Taşla bakışırken bu şehrin neresine gitsem de biraz hayat bulsam diye düşündüm. Taşın da fikri yoktu belliydi. Planladığım konaklamayı gerçekleştirmemeye karar verdim.

A noktasından B noktasına geri dönmeyi düşündüm ama bu denli moral bozacak bir şey yoktu. Hayat olmayan bir çöle düştük diye bildiğimiz ilk hayat dolu toprağa dönmek kendimize biraz saygısızlık olmaz mı? Hem babamdan ödünç aldığım dostuma da yolculuk sözüm vardı. Bir sigara yaktım. C noktasına nasıl gideceğimi düşündüm. Arabanın sırtına yüklediğim hatıra, umut ve heyecanları bir yol kenarında bıraktım. Yükümüzü hafiflettim. Kontak anahtarına kibar bir hamle yapıp, direksiyonu olmak istediğimiz yere çevirdim.

İnsan unutan bir canlı. Arabalar zaten olan biteni çok umursanıyorlar. Çok fazla yük ve şiddet sevmiyorlar sadece. Bir insan olarak hayatsız toprakları unutup A noktasının kuzeyinden C noktasına bir çizgi çizdim. Güzel bir çizgi oldu deyip kendimle gurur duydum. Bu kez çok sevdiğim parçaları dinlemedim, dinlemediğim parçalara eşlik etmedim. Çünkü gittiğim yerde hayat var mıydı? Keyif alabilecek miydim bu gitmekten? Umutsuzluk ve karamsarlık benim fabrika ayarlarım mıydı? Kötümserdim belki de sadece.

Bir çok soruyla beraber C noktasına yaklaştım. Birkaç ağaç, biraz deniz, biraz da martı görünce hayata tekrar kavuştuğuma inandım. Hatta bir insanla dost olup ona yardımcı oldum. Birkaç işini hallettim. Teşekkür etti, sanki beni yıllardır tanıyormuş gibiydi. Ancak tanısam da ben unutan bir canlı olduğum için tanıdığımı, tanışıklığımı unutmuştum belki de. C noktasında konaklamaya uygun bir yer buldum. Çok yüksek bir binanın çok da yüksekte olmayan bir katında bir kanepe ebatlarında küçük bir alan yarattım kendime. Bir süre orada konaklayıp kendimi hayatta olmanın kollarına bıraktım. Hayatta olmak, yaşamsızlıktan ve yaşam çalmaktan daha zararsız ve keyifli bir eylemdi. Bir süre düşündüm. İnsanlığın yarattığı bazı keyifli içeceklerle vakit geçirdim. Dünya’nın tadını almaya çalıştım hayatsız, yaşamsız şehrin tadını unutmaya uğraşırken.

Sadece yaşayanlar bilir, göğsünün orta yeri kanayan bir insan oradan sızan ışığa da kana da odaklanabilir. Ben göğsümün kanadığını gören bir çift göze odaklanmayı seçtim. Çünkü göğsünüz kanarken oraya pansuman yaptığını söyleyen kişi aynı zamanda orayı daha çok kanatıyor olabilir. Oysa önce birinin göğsünüzün kanadığını söylemesi hatta belki kendi göğsündeki yarayı göstermesi daha makul sonuçlar doğurabilir.

B noktasına döndüm. Babamın arabasını olması gereken yere park ettim. Anahtarını yıllardır durduğu masaya bıraktım. Bir çanta hazırladım. Evden çıktım. Gözümde güneş gözlüklerim vardı. Üstelik numaralı. Gofret fiyatı gibi.