Her zaman şöyle derim "Bazı sabahlar insan 'Bu gece neden ölmedim?' diye dert ederek uyanır" Bir süredir böyle bir sabahım olmadı. O sıralar biraz gergindim. Çok sevdiğim bir şarkıcı vardı ve yeni albüm çıkarmıştı. Genellikle yaptığı parçalarda dertten kederden kendini parçalarken yeni albümünde bol bol ne kadar aşık olduğundan bahsediyordu. Ben de bu duruma biraz içerlemiştim. Böylesine keskin bir dönüşü ve bu denli aşk içeren şarkıları takdir etmem mümkün değildi. Bir şeyler oldu...
Çok da uzun olmayan güzel bir yolculuk yaptım. Yolda çok sevdiğim şarkılara bağıra bağıra eşlik ettim. Her zaman yol yapmayı sevmişimdir ama bu kez farklıydı. Gereğinden fazla dijital yollarla tanıştığım, henüz sesini bile duymadığım birinin yanına gitmeye karar vermiştim. Üstelik henüz tanışalı 48 saat bile olmamıştı. Bir şekilde yanına varmayı başarabildim. Hem yol hemen bitsin istedim, hem de hiç bitmesin bu içimdeki heyecanın keyfini sonsuza kadar çıkarayım istedim. Abartılı bir heyecan değildi belki ama dostlarımla rakı masasında otururken mezelerin gelmesini beklemek, kadehleri ilk kez tokuşturmak, "E hadi hoş geldiniz" demek gibiydi.
Yolculuk bitti ama ben hep yolun taraftarı olarak kalmaya kararlıydım. Yanıma onu da alıp yüzmek için uygun olmayan, ancak seyretmesi hayli keyifli bir denizin sahilini onunla paylaşmak için tekrar yola çıktım. Bütün bir gün, bütün bir sahil, çok farklı dillerde birçok sözcük ve birçok farklı his çok hızlı enjekte edildi damarlarımıza. İki insanın susmadan bu kadar uzun süre konuştuğu bir film izlemedim hiç. Zaten böyle şeyler gerçek hayatta olmaz diye düşündüm.
Artık yolları ve yolculukları paylaşabileceğimize karar verdik...
Bir sabah uyandım. Ne idüğü belirsiz evcil hayvanımın günaydın şarkıları eşliğinde onu rahatsız etmeden yatağın kapıya uzak noktasından kibarca kalkmaya çalışıyordum. Sol elimi boynunun altından çekmeye çalıştıkça baş parmağımı kavrayıp çekiştirerek bırakmamakta ısrar etmesi üzerine ona biraz daha zaman vermeye karar verdim. Bir yandan da içimdeki kıpırtıya bir isim koymaya çalıştım. Çok sevdiğim bir şarkıcı şöyle diyordu "Şimdi bahçemde çocuklar koşar". İçimdeki kıpırtının adını böyle koydum ve elimi yavaşça boynunun altından çektim. Yataktan ayrılıp kapıdan çıkmadan önce ona bir kez daha baktım. Yatağın tam kenarında, huzurlu, derin ve belki biraz daha analiz etmeye uğraşırsam "korkmadan" diyebileceğim bir edayla uyuyordu. (Korkarak uyumanın ne demek olduğunu herkesin bildiğini sanmıyorum) Yalnız uyandığımda ne yapıyorsam onu yaptım. Yüzümü yıkadım, aynada kendimi gördüm, "Evi bir temizlemek gerek" dedim, kahve yaptım, televizyonun karşısına geçip bir sigara yaktım. Bildiğim her şeyi tekrar düşünmeye başladım. Bugüne kadar tecrübe ettiğim, duyduğum, okuduğum her şeyi... İçeride yatağımda yatan kadın, bildiğim her şeyden farklı, bildiğim herkesten başkaydı. Elini tuttuğum her an, yanağını öptüğüm her saniye, göğsünde uyuduğum her dakika başka bir şey öğretiyordu bana. İnsanların ne kadar kötü olduğunu tekrar hatırlattı bana. (Bu toplumcu gerçekçi bir metin değil) Bu kadar iyi biri olmayı nasıl başardığını hiç sormadım ona. Hiçbir şeyin varoluşuna böyle saygı duymadım çünkü. Ait olmayı fakat sahipli gibi olmamayı, birlikte olmanın kendi başına geçer not alabilecek kadar güçlü olduğunu, umutsuzluğun hiçbir şeyi halletmediğini, severken nasıl davranıldığının bir önemi olmadığını, insanların küçük şeylerle biraz olsun neşelenmeyi öğrenmesi gerektiğini ne çabuk öğretti bana. O içeride uyumaya devam ediyordu ve ben televizyon karşısında kim bilir kaçıncı sigaramı yakarken özlemiştim bile yanında uyumayı.
Sonra kapı aralandı, uykulu gözleriyle "Seni yanımda göremeyince korktum" dedi. Gelip kollarını boynuma doladı, sımsıkı sarıldı. "Sana kahve yapayım mı?" dedi.
Çok sevdiğim bir şarkıcının yakın zamanda yazdığı tüm şarkıları sevdim. Çok sevdiğim bir şarkıcıyı anladım.