Çok derdimiz var gizlemekten çekinmediğimiz.
Çok yaramız var kabuklarını çekiştirdiğimiz.
Hepsini hissetmekle mükellefiz, gördüğümüzü söyleyemeyiz.
Belki takım sporlarında yükümüz daha hafiftir diye düşünüyoruz.
Tek başımıza maç kaybetmekten yorgunuz.
Kaybetsek de gülmeyi bilmiyoruz.
Öğrenecek ne çok şey var diyoruz.
Fransızca buna dâhil midir?
Belki de ebeleriz eski dertlerimizi.
İftihar ederiz kendimizle, ne kıyak şeyler başardık diye.
Ortalığı kasıp kavuran bir milli felaket esnasında,
aynı battaniye altında sessizce oturup çay içmeyi düşleriz.
Tepkisiz kalmanın, yorgunluğu bölüşmenin sarhoşluğuna kanarız.
Belki de unuturuz yolunu, çok düşünme memleketinin.
Mahalle yanarken saçımızı taramayı öğreniriz.
Herkesi mutlu etmeyi öğrendiğimizi biliriz de
belki kabul ederiz kendimizi mutlu etmeyi öğrenemediğimizi.
Gözümüzü sabahın ışığına açtığımızda güneşe değil yanımıza bakmak,
İdealler güzeldir fakat gerçeklerden uzak mıdır?
Kim birinin sırtını kaşıyacak da
kendi sırtının kaşınmasını beklemeyecek?
Peki biz nasıl çözeceğiz
aynı anda birbirimizin sırtını kaşıyamayacağımızı?
Bu neyin özlemi ki
üzerine kavga edilecek birinci sınıf minnet yaratmış?
Biz bilmiyor muyuz
iyilik karşısında hangi kıyafetimizi seçeceğimizi?
Görmedik mi daha önce
en güzel elbisesiyle bir teşekkürü?
Yabancılara selam vermemek etik bir gereklilik midir?.
Çok izlenen bir televizyon kanalında
binlerce derde karşı ringe çıkmışız.
Seyirciler yediğimiz dayağı görmüş de
hiçbiri seyir zevkinden taviz vermemiş.
Bir şekilde nakavt olmamışız.
Hakem basıp gitmiş, görmezden gelmiş.
Ayakta kaldıysak son raunda kadar
tam zamanıdır artık takviye kuvvetin.
Bu sefer tek başımıza değiliz.
Evelallah cengaveriz.
Olur da dayak yersek
bu sefer kaybettiğimizde gülmesini biliriz.
Zaten maçın iddiası
kaybedenin bir tepsi baklava alması değil midir?
EE