30 Ocak 2013

Bar 3

Bar 1
Bar 2


  Uyandı. Başında üç çöpçü vardı. Tek kelime etmek istemedi. Hemen ceketini aldı. Hızlı adımlarla uzaklaştı oradan. Uzaklaştığında arkasına döndü ve yeşil tulumlar giymiş üç çöpçünün arkasından ona baktıklarını gördü. Bir kaç saniye daha baktılar sonra da yerleri süpürmeye devam ettiler.

  Saatin kaç olduğundan haberi yoktu. Muhtemelen öğlene geliyordu. Karnının acıktığını farketti. Bir şeyler yemeliydi fakat cebinde hiç parası yoktu. Yürüdüğü yolun karşısında bir süpermarket gördü. Karşıya geçti, markete girdi. Hayatında ilk defa böyle bir şey yapacaktı. Yalnız ve amaçsız olması bunu yapmasını kolaylaştıracaktı tabii. Hemen arka reyonlara doğru ilerledi. Bir kaç kek, küçük bir kaşar peyniri ve küçük bir salam aldı. Başka bir reyona doğru ilerlerken hepsini cebine attı. Çok belli oluyorlardı. Ellerini de cebine soktu ve çıkışa doğru ilerlemeye başladı. "Alışverişsiz çıkış" yazan tabelanın altından geçti. Kapıya geldi ve arkasına baktı. Kimse bir şeyler çaldığını anlamamıştı. Yakalanmaktan çok korkmuştu. Ayrıca "Alışverişsiz çıkış" tabelasına da sinirlenmişti. Alışveriş yapmayan insanları alışveriş yapanlardan ayrı bir kısma sürüklemek doğru gelmemişti ona. "Kasalarda para ödeyip çıkmak çok büyük bir onur zaten." diye geçirdi içinden.

  Dışarı çıktığında biraz yürüdükten sonra bir yerlerde durup yemek yemeyi planladı. Çaldıkları onu bir süre idare edecekti. Bu şekilde karnını doyurarak ilerleyemeyeceğini biliyordu. Fakat yarın ne olacağını kimse bilemezdi. Yola devam etti. Biraz ilerde bir park görünüyordu. Parka gitti. Pek büyük bir park sayılmazdı ama etrafına bakınca görebildiği şehre uygun bir parktı. Yeterince ağaç vardı ve yeterince zamandan uzaktı. Parkın tam ortasında boyacı çocuklar ayakkabısını boyatmak isteyen takım elbiseli adamların ayakkabılarını boyuyorlardı. Geçmişte ayakkabı boyacılığı yapmış kadar samimiydi çocuklara bakarken. Parkın kenarındaki ağaçların arasına doğru yürüdü. Bir ağacın altına oturdu ve cebindekileri çıkardı. Çocuklardan biri koşarak yanına geldi ve "Ayakkabılarını boyayayım mı abi?" diye sordu. O da elini hayır anlamında kaldırıp çaldığı keklerden birini uzattı. Çocuk keki aldı ve uzaklaştı. Giderken arkasına dönüp ona bir kez daha baktı. Çocuk gülümsüyordu.

  Yemeğini yedikten sonra yürümeye devam etti. O Buddha olmaya yürüyen Siddharta gibiydi. Yürüyordu. Anlamlandırıyordu. Düşünmüyordu. Yolları hissediyordu. Belki de bundan sonra yoluna yürüyerek devam etmemeliydi. Otostop çok cazip bir fikir gibi geliyordu. Fakat bunda çok kararsızdı.

Emin EREN
30 Ocak 2013 Çarşamba 17.41

21 Ocak 2013

Turgut Reis'in Anlattığı Kendinden Emin ve Onurlu Yusuf Peygamber'in Özgürlük Mücadelesi


  Hepimizin evi denize nazırdı fakat biz denizi evlerimizden değil, oturduğumuz sitenin tam ortasındaki ahşap çardakta oturarak izlemeyi daha çok seviyorduk. Çünkü sigara içerken babamız bilmiyormuş gibi davranmak zorundaydık. Zaten evde içseydik ev kokardı, o zaman da annelerimiz kızardı. Her halükarda akşam yemeğinden sonra dışarı çıkmak zorundaydık. Çıkamadığımız zamanlarda, diğerlerini bilmem ama ben özlüyordum. Sanırım onlar da özlüyordu, çünkü ben çıkmadığım zamanlarda dışarı çıkmam için ellerinden geleni yapıyorlardı. Belki de batağa dördüncü lazım oluyordu. 

  Gündüzleri de dışarı çıktığımız oluyordu. Fakat bunun gerçekleşmesi daha çok koşula bağlıydı. Gerekenler; can sıkılması, derslerin iyi olması, aileyle bir yere gidilmiş olmaması ve en az bir en çok dört kişinin çıkmış olmasıydı. Hepimiz farklı çocuklardık. Farklı aile yapılarına sahiptik. Mesela birimizin babası alkolikti, diğerinin baskıcıydı, birininki mafya ortağıydı, bir diğerinin eski solcuydu. Zaten yeni solcu olmaz. Bu yazıda babamdan bahsetmiyorum. 

  Pek bir şey bilmem ama bildiğim kadarıyla zaman dediğimiz şey elinden geldiğince her şeyi düzeltiyor. Dünya'nın kötüye gitmesi dışında. Yine aynı zaman bizi de elinden geldiğince birbirimize benzemeye zorladı. Biz de "Eyvallah" dedik. Karakterlerimiz pişti olmadı ama. Zaten biz pişti değil batak severdik. Hâlâ yeterince farklıyız. Mesela ben çorba sevmem, bir başkamız kola içmez, bir diğerimiz alkol almaz. 

  Yaşadığımız yer varoştan biraz uzaktı fakat hepimiz çocukluğumuzda varoşun ne olduğunu öğrenmiştik. Sonra da gerektiği kadar dışında kalmayı bildik. Yaptığımızın doğru olup olmadığını hâlâ bilmiyorum.

  Çardakta dört kişiydik. Batak oynamayı en çok seven arkadaşımız gelmemişti. Zaten yanımızda kağıtlar yoktu. Babası baskıcı olan ve babası alkolik olan eve erken gittiler. Geceydi, okullar açıktı ve hava annemin "Üstüne hırka al" demesini gerektirmeyecek kadar sıcaktı. İkimiz kaldık. Birer sigara yaktık ve birer bardak Uludağ Gazoz doldurduk. "Aycan diye bir kız var. Aşık oldum." dedi. O sıralar ben de bir kıza aşıktım.

  Karşıda görünen İmralı mıydı, değil miydi? Hâlâ emin değildik.

  Bu yazıda anlatılan olay yaşanmadığından geçmiş zaman kipiyle yazdım. Eğer yaşanmıyor olsaydı şimdiki zaman, yaşanmayacak olsaydı gelecek zaman kipiyle yazardım.

  "Geçmemiş zaman ve gelmeyecek zaman adına." Ö.


Emin EREN
21 Ocak 2013 Pazartesi 16.39

06 Ocak 2013

Daha Dün Annemin Kolları Sıcacıktı


  Sabah ezanı okunurken bir sigara yakıyorum. Çünkü artık hava karanlıkken duyduğum sesler korkunç gelmiyor. Çünkü artık hava karanlıkken ezandan başka sesler de oluyor. Mesela "seni seviyorum" diyorlar bazen bana, bazen de "sen katilsin" diyorlar. Nedenini soramıyorum hiç. Geçen gün İrlandalı aksanıyla konuşulan İngilizce birşeyler duydum. İngilizcem o kadar iyi değil. Gerçi bir İrlandalı Türkçe konuşsa onu da anlayamam ben. Türkçem de o kadar iyi değil.

  Ben bazen Türk olduğum için utanıyorum. Türk olup olmadığımı tam olarak bilmiyorum, araştırmadım ama bana Türk olduğumu söylediler. Aslında ben daha çok insan olduğum için utanıyorum. Belki bir kahve fincanı olsam kahve fincanı olmaktan utanırdım ama henüz hiç kahve fincanı olma fırsatım olmadı. Bazen bunun üzerine düşünüyorum işte. Ben hiç birbirini kıran kahve fincanı görmedim ama çok kahve fincanı kırdım. Komşununkiler dahil değil. Ben hiç yere çöp atan kahve fincanı görmedim ama sokakta çekirdek çitlemek çok zevkliydi. Sigara izmaritleri suçlu değildir.

  Kendimle ilgili birşeyler yazmaktan nefret ediyorum. Bilgisayar klavyesi çok anlamlı sesler çıkarmıyor zaten. Klasik müzik de yeterince efkârlı değil. Dinlemem demiyorum. Ne zaman ekmek almaya gitsem anahtarımı evde unutuyorum. Çocukluğuma inmem gerek, umarım annem kızmaz. 

Emin EREN
06 Ocak 2013 Pazar 06.35