Sahipsiz bir otoyolda seyir halinde olan bir yayaydım. İki ayağım vardı ve ayaklarımın işlevine yakışır bir biçimde üç gündür yürüyordum. Sonra durdum, sonra öldüm, sonrası yoktu. Aslında sonrası olmayan bir zaman diliminde başladı herşey. Gri bitkilerin, gri topraktan değil gri gökyüzünden geldiğine inanmaya başladım. Beni bir trene aldılar. Tren beni aldı.
Bazen zaman biter; zaman bittiğinde bitmeyen şeyler olabilir. "Bazen" kelimesi zamanla ilgilidir.
Demir yolları plastik olduğu kadar acıydı da. Bu nedenle yolculuğum uzun sürmedi. İndim bir yeraltı kasabasında. Bütün çabalarım hayatsızlığı gözlemlemek içindi ama yaşam ve ölüm bırakmıyordu bir türlü birbirini. Hiç görüşmemiş çok yakın iki arkadaş gibiydiler. Ben de henüz başlamadıkları sohbeti bölmedim. Yürüdüm, kalın bir kitap kadar. Bir otoyol yoktu artık. Haliyle bir sahipsizlik de yoktu. Bazen bir otoyol olup sahiplenilmeye ihtiyaç duyar insan ve o anda herşey tanrı olabilir. Dikkatli baktım çevreye. Hangi dinde dua etmem gerektiğini bilmiyordum. Hangi dilde dua etmem gerektiğini de bilmiyordum. Dua ettim.
Bunlar olurken gri gökyüzünden bir yaprak düştü, dünyanın en mahrem yerini örtmek için.
"Bütün içki şişeleri bir gün sizi affedecek!" yazılı bir tabelanın önünde durdum. Şehir bulmak istedim, kayboldum. Kadın, yoktu. Tütün vardı ve henüz kimseye sarılmamıştı.
Emin EREN
20 Mayıs 2013 Pazartesi 17.44