10 Ekim 2012
Bar 2
Sokakta geçirdiği üçüncü gündü. Cebinde hiç parası kalmamıştı ve bunu ancak milyonlarca doları olan birisinin cebindeki parasının bittiğinde umursadığı kadar umursuyordu. Aralarındaki tek fark o banka kullanmıyordu ve zenginler bankaları çok seviyordu. Zaten fatura ödemeye bile gitmezdi. Kapıcıya biraz para verirdi ve kapıcı onun yerine faturalarını yatırırdı. Bu meseleden ikisi de oldukça memnundu.
Evden çıktıktan sonra yaptığı ilk iş gidip bir şişe şarap almak olmuştu. En yakın bankta tamamını bitirip yürümeye başlamıştı. Sarhoşken yürümekten garip bir şekilde haz alıyordu. Diğer insanların aksine içki içtiğinde kusmuyordu ama her uyandığında başı ağrıyordu. Üstelik ne içtiği başının ağrıması için farketmiyordu. Bira içtiğinde dahi şiddetli baş ağrılarıyla uyanıyordu. Fakat canının yanmasına aldırmadan her gece düzenli olarak içki içiyordu. Hayatının düzeninin böyle olmasını istiyordu, vücudu buna müsaade etmese bile. Zaten hayatının geri kalanında düzenli olan hiçbir şey yoktu. Belki biraz da müzik dinlemek.
Ne kadar yürüdüğünü bilmiyordu. Yaşadığı şehrin dışındaydı ve bundan emin olduğunu düşünüyordu. Yok olmak isteyen bir canlı gibi yürüyordu. Yürüyerek yok olacağına inanıyordu ama yok olmadığını fark etti zamanla. Yok olmadığını fark ettiğinde düşünmeye karar verdi. Geçmişini düşünebilirdi sadece. Başka bir şeyi düşünmeyi sevmiyor ve düşünmüyordu zaten. Geçmişine döndü. Kadınlarla arası hiç iyi olmamıştı. Annesi dışında. Zira annesini de 22 yaşından beri yalnızca iki defa görmüştü ve bunlardan sonuncusu dört sene önceydi. Annesi olmayan kadınlarla bir arada çok fazla bulunamıyor, toplumun "sevgili olmak" diye adlandırdığı ilişkileri de en fazla üç defa seviştikten sonra bitirmek istiyordu. Sonrasında barda tanıştığı diğer bir kadın... Sanki hayatının kadınını tüm kadınlarla deneyerek bulmak istiyor gibiydi. Yıllarca başaramayışından olsa gerek şu an yoldaydı. Yürümeyi ve yolları seviyordu. Hep evinden üç durak önce inip evine kadar üç durak boyunca yürüyordu.
Aniden durdu. Bir kavşaktaydı ve tam karşısındaki billboardlarda yeni çıkan bir türk filminin afişi vardı. Türk filmlerinden nefret ederdi ama bir yandan da Nikola Tesla'ya Türk filmi tadında üzülürdü. Çünkü türk filmlerinde araba çarpan yakışıklı gencin kara talihi Tesla'da da vardı. Hep Edison yüzünden hayatı mahvolmuştu. Hatta bir keresinde oturduğu apartmanın kapıcısıyla birlikte rakı içerken Tesla için ağlamıştı.
Neden durduğuna anlam veremedi. Ne tarafa gideceğini seçmeye çalıştı. Sağa veya sola giderse geldiği yolu geri gitmekten korktu. Düz devam etmeye karar verdi. Tam karar verdiği anda yorulduğunu farketti. Kavşağın tam ortasındaki çimenlerle dolu yuvarlak alanı gözüne kestirdi. Oraya kadar zor yürüdü. Ceketini serdi. Üzerine uzandı. Gökyüzüne bakıyordu. Cepleri en az kafası kadar boştu. Etrafta ışık yoktu. Bazen geçen arabaların farları aydınlatıyordu çevreyi. Kavşaktan dönen arabalar onun için etrafında dönüyormuş gibi hissediyordu. Bu hoşuna gitmeye başlamış bile olabilirdi. Arabaların sesleri ve gökyüzündeki yıldızların göz kırpmalarıyla birlikte yaklaşık on iki dakika içinde uykuya daldı. Hava soğuktu. Kış değildi.
Emin EREN
10 Ekim 2012 Çarşamba 00.45