Ben yolumu güneşli bir günde kaybettim. Bir ağustos ayıydı,
üstelik güneş gözlüğü de kullanmazdım o zamanlar. Ancak insan tecrübelerinden ders
alıyor. Sonraları kendime bir güneş gözlüğü edindim. Sol taraf 1.75, sağ taraf
2.75. Gofret fiyatı gibi bozuk gözlerim. Daha da bozulacaklar. Henüz yeni
başladık.
Neyse ağustos ayıydı. Hayatımın en keyifli yolculuğuna çıktığımı
hatırlıyorum. Benim bir arabam olmadığı için babamdan ödünç aldım. Arabanın içini
bir sürü hatırayla, umutla ve heyecanla doldurdum bir tane de valiz koydum. Çok
güzel göründü gözüme babamın pek de sevmediğim arabası. Yolculuk B noktasından A
noktasına gerçekleşecekti. A noktasında bir hafta konaklayacaktım. Oradan bir
iki günlüğüne C noktasına geçecektim. Biraz da orada takılacaktım. Sonra belki
A, belki de B noktasına dönecektim. Zaten bütün gidişler dönmek için değil
midir?
Arabanın direksiyonuna oturdum. Araba da telefonum da biraz
eskiydi. Yol boyu müzik dinleyebilmek için önce telefonumu bir kablo vasıtasıyla
bir güç bankasına, sonra yine aynı telefonu farklı bir kablo vasıtasıyla
arabanın teybine bağlamam gerekiyordu. Bu operasyonu da başarıyla tamamladım.
Sevdiğim parçalardan oluşan bir çalma listesi kestirdim gözüme. Keyifli ve
acımasız bir tavırla bastım başlatma tuşuna. Ses seviyesini de rahatsız
etmeyecek ama keyif de verecek optimum seviyeye getirdim. Büyük bir özgüvenle
emniyet kemerini sanki istavroz çıkarıyormuş gibi bir görüntü sağlayarak olması
gereken yerine bağladım. Oysa hep merak ederdim yüksek hızla yaşanan çarpmada
kemeri olmayan birinin camdan nasıl fırladığını. Bir yerde bir fil gibi kütleye
sahip olacağımız yazıyordu camdan çıkarken. Fiziği çok severim. Ancak ben
filleri genelde kafamın içinde tuttuğumdan buna cesaret edemeyip uslu uslu kemerimi
takmayı tercih ettim. Arabanın kontak anahtarını çevirdim. O da pek hevesli
çalıştı. Sanki yıllardır bu anı bekliyor gibiydi. Ama nasıl beklemesin ki? Yıllardır
ne zaman koltuğuna otursam “Seninle şöyle güzel bir yola çıksak” diyordum
kendisine. Ancak içimdeki canavar çalışmaktan başka bir şeye odaklanamadığından
hiçbir yere gidemedik. Artık işten güçten kurtulup tekerlekleri beraber çevirmenin
vakti gelmişti. Ben, güzel yüklerim ve babamın arabası yola çıktık. Güneşli bir
gündü. Güneş gözlüğüm yoktu. Gözlerim bozuk olduğu için numarasız güneş gözlüğü
kullanamıyordum. Numaralı güneş gözlüğü de sadece zenginler için yapılmış bir
icat gibi geliyordu. Oysa bir numarası yoktu, ben yaşamayı beceremiyordum.
Güneş gözlüğüyle yaşamanın ne alakası var diye sorardım kendime ama sonraları
gidip kendime numaralı güneş gözlüğü alınca hayatım değişti.
Yolculuğun ilk kısımları adaptasyon süreciydi zannediyorum.
İnsan, yol ve aracın birbirine karışması gerekiyor. Birbirini anlayan
materyaller olmaları gerekiyor. Bunu sağladıktan sonra yolun ilk bir iki saatinde
keyifli parçalar dinleyip şarkı söyledim bol bol. Yani imkân verseler “Mutluyum”
bile derdim. Ancak yolculuğun ikinci saatinden sonra nereye gittiğimin, nasıl
gittiğimin bir anlamı kalmamaya başladı. Sanki bu hedefe varmak üzere yapılan
yolculuk, yapılması gereken ancak insanların yıllardır yapmadığı bir
yolculukmuş da arabadan indiğimde bütün bir şehir beni tebrik etmeye gelecekmiş
gibi bir his oluşturdu. Uzun bir yolculuk oldu.
A noktasına varmak için deniz geçtim, dağ geçtim, uzun
zamanlar geçtim. A noktasına ulaşmayı başardım. Bugüne kadar kurduğum, kurmayı
düşündüğüm tüm hayaller aynı anda yıkıldı. Önümde küçük bir şehir vardı ancak
içinde hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Sokaklarını yürüdüm, çarşısına pazarına
baktım. Bir canlılık belirtisine rastlayamadım. Bir park buldum. İki kişinin
oturması için tasarlanan ancak iki kişinin bir masayı ortak kullanmasını
dayatan bir bank buldum. Oturup biraz soluklanayım dedim. Karşımda oturacak
birini bulamadığım için bank devrildi. Biraz canım yandı. Birkaç göz yaşı
düşürdüm toprağa, belki biraz hayat katar dedim, hediye ettim. Bir kez daha bank
devrilmesin diye karşıma güzeller güzeli bir taş koydum. Dengeyi bu şekilde
sağlayabildim. Taşla bakışırken bu şehrin neresine gitsem de biraz hayat bulsam
diye düşündüm. Taşın da fikri yoktu belliydi. Planladığım konaklamayı
gerçekleştirmemeye karar verdim.
A noktasından B noktasına geri dönmeyi düşündüm ama bu denli
moral bozacak bir şey yoktu. Hayat olmayan bir çöle düştük diye bildiğimiz ilk
hayat dolu toprağa dönmek kendimize biraz saygısızlık olmaz mı? Hem babamdan ödünç
aldığım dostuma da yolculuk sözüm vardı. Bir sigara yaktım. C noktasına nasıl
gideceğimi düşündüm. Arabanın sırtına yüklediğim hatıra, umut ve heyecanları
bir yol kenarında bıraktım. Yükümüzü hafiflettim. Kontak anahtarına kibar bir
hamle yapıp, direksiyonu olmak istediğimiz yere çevirdim.
İnsan unutan bir canlı. Arabalar zaten olan biteni çok
umursanıyorlar. Çok fazla yük ve şiddet sevmiyorlar sadece. Bir insan olarak hayatsız
toprakları unutup A noktasının kuzeyinden C noktasına bir çizgi çizdim. Güzel
bir çizgi oldu deyip kendimle gurur duydum. Bu kez çok sevdiğim parçaları
dinlemedim, dinlemediğim parçalara eşlik etmedim. Çünkü gittiğim yerde hayat var
mıydı? Keyif alabilecek miydim bu gitmekten? Umutsuzluk ve karamsarlık benim fabrika
ayarlarım mıydı? Kötümserdim belki de sadece.
Bir çok soruyla beraber C noktasına yaklaştım. Birkaç ağaç,
biraz deniz, biraz da martı görünce hayata tekrar kavuştuğuma inandım. Hatta
bir insanla dost olup ona yardımcı oldum. Birkaç işini hallettim. Teşekkür
etti, sanki beni yıllardır tanıyormuş gibiydi. Ancak tanısam da ben unutan bir
canlı olduğum için tanıdığımı, tanışıklığımı unutmuştum belki de. C noktasında
konaklamaya uygun bir yer buldum. Çok yüksek bir binanın çok da yüksekte
olmayan bir katında bir kanepe ebatlarında küçük bir alan yarattım kendime. Bir
süre orada konaklayıp kendimi hayatta olmanın kollarına bıraktım. Hayatta olmak,
yaşamsızlıktan ve yaşam çalmaktan daha zararsız ve keyifli bir eylemdi. Bir
süre düşündüm. İnsanlığın yarattığı bazı keyifli içeceklerle vakit geçirdim.
Dünya’nın tadını almaya çalıştım hayatsız, yaşamsız şehrin tadını unutmaya uğraşırken.
Sadece yaşayanlar bilir, göğsünün orta yeri kanayan bir
insan oradan sızan ışığa da kana da odaklanabilir. Ben göğsümün kanadığını
gören bir çift göze odaklanmayı seçtim. Çünkü göğsünüz kanarken oraya pansuman
yaptığını söyleyen kişi aynı zamanda orayı daha çok kanatıyor olabilir. Oysa
önce birinin göğsünüzün kanadığını söylemesi hatta belki kendi göğsündeki
yarayı göstermesi daha makul sonuçlar doğurabilir.
B noktasına döndüm. Babamın arabasını olması gereken yere
park ettim. Anahtarını yıllardır durduğu masaya bıraktım. Bir çanta hazırladım.
Evden çıktım. Gözümde güneş gözlüklerim vardı. Üstelik numaralı. Gofret fiyatı
gibi.